Dünyada o kadar gezecek yer varken ve listemi görmeyi hayal ettiğim türlü çeşitli ülkeler, şehirler doldurmuşken kendimi 2015 Ağustos’unda Fransa’nın Vendée ilinin Les Sables D’olonne yerleşiminde buldum. Burası ne daha önce duyduğum ne de adını doğru düzgün telaffuz edebildiğim bir yerdi ancak arkadaşlarımızın teklifi üzerine bir haftamızı deniz ve kültür tatilini birleştirmek niyetiyle buraya ayırdık.
İstanbul’daki evde yapılan tadilat, ikinci yeğenin doğumu, euronun tavan yapması gibi tüm engelleri aşarak THY Paris biletimi aldım ve yine düştüm yollara.
Bu yerleşim hakkında değil türkçe kaynak ingilizce kaynak bile bulmakta epey zorlandım, ne yenir, ne içilir, nerelere gidilir bir şeye ulaşamadım. Zaten gidince de gördüm ki Ayvalık tandansında oldukça lokal bir yer. Kışın sadece 30.000 kişinin yaşadığı minik bir yerleşimden bahsediyorum. Paris-Montparnasse tren aktarması ile 4 saatte ulaşılıyor Les Sables D’olonne’a. Havalimanından trenle direkt Nantes’a gidilip 1.30 saatlik tren yolculuğu ile de Les Sables D’olonne’a geçiş yapılabilir.
Les Sables D’olonne Vendée Globe isimli 4 yılda bir yapılan ve denizin Everesti olarak da tanımlanan, solo ve durmaksızın dünya turunun tamamlandığı yelkenli yarışlarının başlangıç noktası. Hatta bu yarışlarla ilgili En Solitaire, Turning Tide isimli film gezi öncesi mutlaka izlenmeli.
3 km. lik kocaman bir sahili var. Hele deniz çekilmişse iyicene büyük bir sahil. Bu sahilde bir anda milyon kalabalık oluyor ancak hiç ses yok. Koca sahilde bağıran anneler, birşeyler satan satıcılar, sigarasını yere atan öküzler, arka fonda egzosunu deldirip kulak tırmalayan hırtlar yok. Sadece huzurla denize girip dalgalarla oynayanlar, koca sahilde türlü çeşitli sahil oyunları oynayanlar ve Fransa’nın meşhur oyunu Petanque turnuvası düzenleyenler var.
Les Sables D’olonne’da sahil haricinde güzel bir çarşı var. Öyle tabela kirliliği falan yok. Nezih ve temiz sokaklarda güzel mağazalar gezilebilir. Estetik açıdan sahil kıyısı her ne kadar büyük apartmanlardan oluşsa da hemen arkalarında desperate housewives dizi setine girmişçesine tek katlı, bahçeli evlerin olduğu nezih sokaklar yer alıyor. Biz de arkadaşlarımız Simge ve Alain’in ailesi Yvonne ve Jean-yves’in böylesine güzel evlerinde 3 gece misafir kaldık.
Les Sables D’olonne Temmuz ayında İngiliz, Alman ve Fransız turistleri çekerken, diğer aylar çoğunlukla Fransızları ve hatta Fransız emeklilerini ağırlıyor. Bundan dolayı yaş ortalaması çok yüksek ancak hepsine aynı Türkiye’deki yazlık bölgelerdeki gibi torunlar eşlik ediyor. Tek fark bu yaşlılar fiziksel engelleri ya da zorlukları ne olursa olsun şehrin olanaklarından dolayı yaşamın her aşamasına dahil olabiliyorlar.
Gel-git tüm saatlerde farklı etkinliklere davetiye çıkartıyor ; sabahın erken saatlerinde deniz çekildiğinde sahilde veya denizde yürüyüş yapanlar, koşanlar, balık tutanlar (uskumru varmış), metal dedektörle arama yapanlar var, daha ileri saatlerde ailecek kumu kazıp harıl harıl kum midyesi arayanlar var (bunu haşlayıp yiyiyorlarmış ve kilolarca topluyorlarmış), sonra plaj keyfi için gelen kalabalıklar, akşama doğru ise sörfçüler ve bizim gibi plajda şarap ve peynir eşliğinde akşam pikniği yapanlar var. Ağustos ayında hava 22:30 gibi karardığından dolayı gün çok uzun yaşanabiliyor.
Yemek kısmı benim sınırlarımı en zorlayan kısım oldu. Denizden babam çıksa yerim cümlesi sanırım özünde bize ait değil. Zira millet denizden çıkan yaratıkları yemek için tığ modelinde alet edevat kullanıyor.
Mont Saint Michel
Mont Saint Michel yüzlerce yıl önce bir adanın tepesine yapılmış minicik bir manastır. Zamanla eklemeler ve yerleşkelerle içinde yaşanılan bir ada haline gelmiş. Burası Fransa’da Eiffel’den sonra en çok turist alan yer. Hristiyanlar için buraya gelmek bir hacmış.
Kalabalığına, uzun kuyruklarına ve uzaklığına rağmen kesinlikle Mont Saint Michel gezilmeli. Burasının resimde kara parçası gibi görünmesinin nedeni denizin git pozisyonunda olması. Yoksa kendisi normalde bir ada. Ana karaya bağlantısı var, eskiden ziyaretçilerin park ettiği araçlar deniz geldiğinde suların altında kaldığı için şu anda araba park yeri uzakta ve ücretsiz shuttle otobüslerle devamlı adaya taşıma yapılıyor. Üstelik balık istifi gibi değil, sayarak insan gibi taşıyorlar. İBB’ye selam olsun. Orada da milyonlar vardı…
Futuroscope
Futuroscope çocuklara hitap eden eski bir eğlence parkı. 5 dakikalık kısa etkinlikler için 1 saatlik uzun kuyruklar çok can sıkıcıydı, adıyla tezat oluşturan eski teknolojiler de cabası.. Biz onca yolu ve 42 euroluk giriş parasını sadece 5 dakikalık bir 4d film için gitmiş olduk. Bunu da seyahatin eğitim bedeli olarak yazdık.
Fransa’da ne yenir?
Batı Fransa’nın biraz da yemeklerinden bahsetmek gerekirse chichi isimli değişik bir tatlıları vardı hafif toz şeker bulanarak servis edilen bu tatlı bizim kerane tatlısının tek çubuklu ve ağdalı suya bandırılmamış versiyonu. Kızartıldıktan sonra şekere bulanmış hali bir de nutellaya batırılıp yeniyor. Diğer enterasan tatlılarından biri de tuzlu tereyağı ile yapılmış epey lezzetli olan karamelli dondurma.
Türlü çeşitli soslarla yapılmış midye haşlamalar, istiridye, yengeç, karides, deniz salyangozu sahil kasabasının olmazsa olmazı tabi ki.
Et menüsünde çiğ olması ile meşhur ancak tadınca sirke, soğan ve tuzla marine olduğunu keşfettiğim steak tartar var.
Ayrıca bol sarımsaklı ve maydanozlu salyangoz da Fransa’nın birçok yerinde bulunduğu gibi burada da var.
Gittiğim ülkelerde yemekler, mekanlar, kültürler ve dinler ne kadar farklı olsa da hayvanlar hep tanıdık. Her gezimden döndüğümde fotoğraflarımda mutlaka hayvanlar olduğunu fark ettiğimde yazılarımda, bana eşlik eden hayvanlara da yer vermem gerektiğine karar verdim.
Fransa gezisinden akılda kalanlar:
Gittiğimin ikinci günü bisikletime atlayıp şehrin tek milongasına katıldım. İstanbul’dan farklı olarak 18:00’de başlayan milonga 21:00’de bitti. 60 yaş üzeri katılımcılardan oluşan milonga benim için eşsiz bir deneyim oldu. İngilizce bilmeyen amcalarla fransızca bilmeyen benim tek konuştuğumuz dil tango müzikleriydi ve anlaştık…
Halka açık alanlardaki piyanolar ve üzerinde yazan “sizin için” yazısı, dahası önünde oturup bu piyanoları çalan insanlar.
Koca tatilde hiç Türk’e rastlamadık derken sahilde tanıştığımız Fransız bir kadının dedesinin Kuzguncuk doğumlu olup, mübadele ile Fransa’ya yerleşmiş olmasını öğrendiğim andaki şaşkınlığımı sanırım unutamayacağım.
Yazımdaki rotam; Les Sables D’olonne, Mont Saint-Michel, Futuroscope
PaylaşTakip Et!
Ilk post icin oldukca guzel olmus … resimleri kim cekti ?
Tesekkurler jammer tum fotolar esim ömer’in…takibe devam
bengüüü
Site cok guzel olmuş ? iyi gezmeler free range chicken
teşekkürler Özlem, devamı geliyor
Güzel derleme olmuş Bengü. Kardeşim de Batı Fransa’ya gitmek istiyor, bizimki sadece yeme turu. Anthony Bourdain’in izinden gideceğiz. Tabii ben geri dönersem 🙂
Teşekkürler Serhat,
Yeme turuysa Yvonne’lara da uğrayın yabancı değiller biliyorsun.
Sırada İzlanda var, kurutulmuş köpek balığı eti listemizde..kendi idrarı ile fermante oluyormuş?