İzlanda‘ya giderken Kopenhag‘ı, Kopenhag’a uğramışken günübirlik Malmö’yü geziverdik. Malmö’de ne yapılır, Kopenhag’tan Malmö’ye nasıl gidilir hatta Malmö tam olarak neresi gidene kadar hiçbir fikrim yoktu.
İşin heyecanı meşhur Öresund Köprüsünden geçmek aslında. Öyle bir köprü ki yarısı denizin üstünde ilerlerken yarısı ise denizin ortasına kurulmuş yapay bir ada ile denizin altında ilerliyor. Tabi bu yolculuğu helikopterle yapmadığım için ne muhteşem köprünün fotoğrafını çekebildim ne de üzerinde ilerlediğim köprünün tadını çıkarabildim.
Kopenhag-Malmö trenle 30 dakika sürüyor. Malmö merkez istasyondan da minicik şehrin her yerine yürünebiliyor. Merkez istasyonda mülteci bekleme noktasını da gördük ve bir Türk olarak yine öğrendik. Mülteciler sokaklara saçılmış halde sefalet içinde değil, tren istasyonunda polis ve sağlık görevlileri gözetiminde bir ambulans ve çadırların etrafında misafir ediliyorlardı.
Bir şehirde günübirlik geziliyorsa ilk yapılması gereken şey en yakın otelin resepsiyonuna gidilip bir şehir haritası almaktır. Ben Ankara’da şehir haritası almış insanım (düşündüm de bir turist gözüyle Ankara yazısı da gelmeli) Malmö’de mi almayacağım diyip önce Savoy Otel’e uğradım.
Kungsparken, koca bir park yağmurlu bir havada gezmemize, havanın karanlığına ve ıslaklığına rağmen parka hayran kaldık. Botanik bahçesi, kanallara dökülen söğüt ağaçları, kanallardan bir anda çıkan kanocular, yel değirmeni ruhumuza o kadar iyi geldi ki yağmura rağmen parkın banklarında oturup uzun uzun vakit geçirdik.
Malmö sokaklarında iki erkek bir puset ya da iki kadın bir puset görmek çok sıradan çünkü İsveç’te eşcinsel evlilik yasal. Malmö de eşcinsellere sunulan fırsatlarla İsveç’in gözde kentlerinden biriymiş.
Çok kitap okuyan bilir böyle bir kütüphanede gezmenin mutluluğunu; her yer kitap, her tür kitap, çocuk bölümü apayrı, manga ayrı, hobi ayrı; her yer masa istediğin yere otur saatlerce kaybol kitapların arasında; cd-dvd ayrı; dergiler ayrı…Kitap okuyan anlar hüznümü, çocuklarımızın kaçırdığı fırsatları ve geleceği.
Sankt Petri Kilisesi’ni dolaşırken hayat bir kez daha beni şaşırttı. Evsiz kılıklı bir amca, yırtık pırtık montu, dağınık saçlarıyla önümüzden geçip piyanoya oturdu ve muhteşem akustikte harika bir performans sergiledi. Yetmezmiş gibi turist bir kadın bu amcadan izin istedi ve o da piyanoya oturdu başladı klasikleri çalmaya. Din ve sanat iç içe olunca kilise gezisi oldu mu piyano resitali..
Kopenhag’tan sonra Malmö’ye vardığımda ilk olarak soğuk bir şehir havası hissetmiştim ancak soğuk olan havanın kendisiymiş. Bir günlük tur burası için yetersiz geldi. Giremediğim müzeler, meşhur gece hayatı, minicik ama hayat dolu meydanlarındaki geçirdiğim vakit maalesef eksik kaldı ancak yazının başında da dediğim gibi beni buraya atan rüzgar aslında merkez üssü İzlanda olan seyahatimdi. Yine de iyi ki hiç hesapta yokken arkadaşlarım Esra’nın ve Ege’nin baskıları ile yolum buralara düşmüş. Böylece İsveç; “İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika Belçika, Hollanda” tekerlemesinin ötesinde bir anlam kazandı.
Yazıdaki rotam; Malmö merkez tren istasyonu, Kungsparken, Södergatan Caddesi, Sankt Petri Kilisesi, Davidshallsbron Köprüsü, Lilla Torg Meydanı
PaylaşTakip Et!